Politik İslam’ın Yükselişi ve Düşüşü
İkinci Kısım
Porseş: Önceki bazı yazılarınızda İslamcı hareketlerin tekrar ortaya çıkmalarını büyük ölçüde Filistin Sorunu ve Arap-İsrail çatışmasına bağlıyordunuz.Yuvarlak masa tartışmasının diğer katılımcıları sizin bu ilişkiye özel vurgunuzu paylaşmıyorlar.
Mansur Hikmet: Bence konuyla ilgili durağan bakış açılarına sahipler. Sorun sadece hangi sorunların ve gerilimlerin İslamcı harekete yol açtığı değildir. Buna rağmen, bu sınırlı çerçeve içinde dahi Arap ulusçuluğu ve sekülerizminin yenik düştüğü Arap-İsrail çatışması, Filistin Sorunu ve etnik-dinsel-emperyalist “düşman”ın varlığı alternatif iktidar olma iddiasında bulunan İslamcı hareketin ortaya çıkmasının ana kaynağıdır. Daha önemli olan soru şudur: Eğer Filistin Sorunu olmasaydı ve İsrail bu özgül coğrafyada yaratılmasaydı 20.yüzyıldaki hakim ideolojik, politik ve kültürel eğilimler Arap ve Müslüman nüfusun bulunduğu Ortadoğu’yu hangi yöne iterdi? Bu bölge ne ölçüde, örneğin Latin Amerika ve Güneydoğu Asya gibi, “Batı” dünya düzenine entegre olma fırsatına sahip olacaktı? Ne ölçüde kapitalizm, teknoloji, sanayi ve Batı sermayesi Ortadoğu’da bütün yönetsel ve kültürel dengeleyici ve asimile edici gücüyle gelişecekti? Hangi düzeyde İslam diğer 20. yüzyıl dinleri gibi dünya kapitalizminin politik üstyapısında resmi düzeyde tanınmış, modernleşmiş, ılımlılaşmış ve kontrol altına alınmış bir akım olabilirdi? Sorun Filistin Sorunu ve süren çatışmanın yeni politik İslam’ı doğurup doğurmadığı (bunda önemli payı olduğunu düşünmeme rağmen) değil fakat daha çok bu çatışmanın ne boyutta Müslümanları ve Müslüman nüfusun bulunduğu ülkelerin 20.yüzyılın ana akımına ve dünya kapitalist sistemine entegre olmasını engellediğidir. Hangi boyutta bu ülkelerde ekonomik gelişme, teknoloji transferi, hakim Batı kültürüne entegrasyon, kapitalist sivil toplumun temellerinin gelişimi, Batı tipi politik ve yönetsel kurumların ve Batı entelektüel ve kültürel düşünce eğilimlerinin (sekülerizm, modernizm, liberalizm dahil) gelişmesi Filistin Sorunu tarafından engellendi?
İslam’la yönetilen ülkelerde modernleşme, sekülerleşme ve Batılılaşma süreci 20. yüzyılın başında başlamış ve 1960’lara kadar çok sayıda sonuç da elde etmişti. Buna rağmen Batı Soğuk Savaş süresince temel global kutuplaşmayı yansıtan bölgesel bir çatışma olan Filistin Sorunu ve İsrail’le stratejik ittifakı nedeniyle Ortadoğu toplumunun Batı kapitalist kampına entegrasyonunu olanaksız ve başarılamaz gördü. Şimdi dinci gericiliğe karşı gerçek meydan okuma sadece Sosyalizm’den gelebilir. Ancak tarihsel olarak militan politik İslam’ın ortaya çıkışı bu ülkelerde İslamcılığı teorik olarak sindirebilecek ve hatta sindirmek üzere olan burjuva ulusçuluğunun, sekülerizminin ve modernizminin yenilgisinin sonucudur. “İslam Protestanlığı”ndan söz edilmemesine rağmen, bu süreç en azından İslam’ı bu ülkelerde İrlanda’daki Katoliklik ile aynı konuma yerleştirmişti. Bununla birlikte bu burjuva zaferin koşulu kapitalist ve endüstriyel gelişme ve Soğuk Savaş koşullarında Arap-İsrail çatışmasından dolayı Batı’nın gerçekleştirmekte isteksiz olduğu teknoloji ve sermaye transferiydi. İsrail’in yaratılmasından beri Ortadoğu ve halkları Batı’nın politik kültüründe şeytan olarak algılandı. Batı’nın politik kültüründe ana olumsuz kişiliklerdendiler. Batı için Ortadoğu Latin Amerika ve Güneydoğu Asya gibi değildir. Girilmesi yasak bölgedir. Kararsız, riskli, güvenilmez ve düşmancadır. Politik İslam bu kara delikte ortaya çıktı. İsrail sorunu olmasaydı, Mısır, İran, Suudi Arabistan ve Irak’ın sorunları Brezilya, Meksika ve Peru’nunkiler gibi olacaktı. Politik İslam elbette bu ülkelerde hala var olacaktı ancak önemi azalmış ve sekter bir hareket olarak kalacaktı ve politikanın merkez sahnesine giremeyecekti.
Porseş: Sekülerizmi nasıl tanımlıyorsunuz? Seküler bir sistemde dinin ve dinsel hareketlerin politik ve kültürel arenada ifade sınırları nedir?
Mansur Hikmet: Sekülerizm günlük kullanımda alışılageldiği gibi tanımlanmalıdır. Çok fazla radikalizm atfetmeden. Sekülerizm dinin devlet ve eğitimden ayrılması, vatandaşın kimliğinden ve hakları ve sorumluluklarının tanımından ayrılmasıdır. Dini özel bir mesele haline getirmektir. Kişinin dininin sosyal ve politik kimliğini tanımlamada ve devlet ve bürokrasiyle ilişkisinde resme girmemesidir. Bu bakışa göre sekülerizm minimum zorunlulukların toplamıdır. Örneğin ben din ve toplumdaki yeriyle ilgili bütün bakışımı bu kavram içine yerleştiremem. Ben sadece sekülerizm istemiyorum, ayrıca toplumun dine karşı bilinçli mücadelesini de istiyorum. Aynı şekilde toplumun kaynaklarının bir kısmının malarya ve kolerayla mücadelede kullanılması ve kadın düşmanlığına, ırkçılığa ve çocukların kötüye kullanılmasına karşı bilinçli politikaların uygulanmasında olduğu gibi bir kısım kaynaklar ve enerji dinsizleştirmeye ayrılmalıdır. Din derken elbette din makinesini ve tanımlanmış dinleri kastediyorum yoksa dinsel düşünce ve hatta eski veya varolan dinlere inanmayı değil. Din karşıtı birisiyim ve toplumun örgütlü din ve “din endüstrisi”ne sekülerizmin ötesinde daha fazla sınırlamalar getirmesini istiyorum. Eğer yasalar dinleri özel kuruluşlar veya kar eden şirketler olarak kayıt altına alırsa ve bunlar vergi öderlerse, teftiş edilirlerse, çalışma yasaları, çocuk hakları, cinsel ayrımcılığın, iftira ve küçük düşürme ve suça teşviğin yasaklanmasıyla ilgili olduğu kadar hayvanları koruyucu vb. yasalar dahil çeşitli yasalara uyarlarsa ve “din endüstrisi”ne “tütün endüstrisi” gibi davranılırsa ancak o zaman din ve onun toplumda ifade edilmesinin yasal boyutu hakkında ilkeli bir konuma yaklaşmış oluruz.
Porseş: Belki fark dinsizleştirmenin bir dinin izleyicilerinin baskı altına alınması olarak kabul edilebileceği veya yorumlanabileceğidir. Bu aktif din karşıtı konum ile düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi arasındaki sınır nasıl çizilebilir?
Mansur Hikmet: Daha önce ifade ettiğim gibi, örgütlü din ve “din endüstrisi”nden bahsediyorum. Dini inançlardan değil.Herkes bir inanca sahip olabilir, bunları yayabilir ve bunun etrafında örgütlenebilir. Sorun toplumun kendisini korumak için hangi düzenlemeleri koyacağıdır. Bugün toplum çocukları tütün endüstrisinin reklamlarından korumaya çalışıyor. Din endüstrisinin reklamlarına da aynı şekilde muamele edilmeli. Sigara içenler bütün haklara sahipler ve tütünün yararlarını reklam etmek için herhangi bir birlik ve kurum oluşturabilir ve bütün içicileri birleştirebilirler. Ancak bu tütün endüstrisine yeşil ışık yakmak anlamına gelmez. İslam makinesi ve diğer ana dinler (Hristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm, vb.) belli fikirlere inananların gönüllü toplulukları değildir. Bunlar hiçbir zaman düzenli olarak incelenmemiş, toplumdaki seküler yasalara bağımlı kılınmamış ve davranışları için sorumluluk kabul etmeyen dev politik ve finansal kurumlardır. Hiç kimse dünyanın bütün ülkelerinde cinayete teşvik suç olmasına rağmen Bay Humeyni’yi Salman Rüşdi için çıkardığı ölüm fetvasından dolayı mahkemeye çıkarmadı ve bu, cinayet, sakat bırakma, gözdağı verme, kaçırma, işkence, ve çocukları kötüye kullanma ağının küçük bir köşesidir. Bence Medelin uyuşturucu kartelleri (Eskobar), Çin gizli suç şebekesi ve İtalyan (ve Amerikan) mafyası örgütlü dinle karşılaştırıldığında hiçbir şeydir. Bu girişimlere ve kurumlara karşı açık ve özgür bir toplum tarafından yasal ve örgütlü bir mücadeleden bahsediyorum. Aynı zamanda herhangi bir şeye inanmaya hatta en gerici ve insanlık dışı doktrinlere inanmaya bireyin inkar edilemez hakkı olarak saygı duyarım.
Porseş: Ortadoğu’da İslam’dan etkilenmiş ülkelerde sekülerizm ve dinsizleştirme için ne kadar temel vardır? Ne dereceye kadar sekülerizm bu toplumlarda geliştirilebilir? Ervand Abrahamiyan seküler olurken aynı zamanda İslamcı kalınabileceği olasılığından bahsediyor. Bu toplumlardaki sekülerizmin kaynağı hangi hareketlerdir ve başarı şansları nedir?
Mansur Hikmet: Bence Sol’un entelektüel tükenmişliği ve 70’lerin ortasından itibaren radikal ve eleştirel düşünce ve sosyal idealizmin aldığı darbeler birçok Sol ve iyi niyetli entelektüellerin de temel insan idealleri için düş kırıklığı yaratıcı taktik, aşamacı ve evrimci mücadele hastalığına yakalanmasına yol açtı. 100 yıl önce avant-garde insanlık insan özgürlüğünün papazlar, dinin ılımlılaşması ve kilise içinde yeni yorumların ortaya çıkmasıyla gerçekleşeceği önermesine gülerdi. Bugün, ne yazık ki, “profesyonel aydınlar” ve akademisyenler İranlı kadınının sekülerizmi resmi olarak onaylanmış örtü renklerine siyahın daha açık tonlarının eklenmesi olarak anlamasını tavsiye etmekte. Benim fikrime göre bu, toplumdaki devrim ve değişim dinamiklerini dikkate almamakta. Şimdiye kadar dünya devrimlerle- düşünce, teknik ve sosyal ilişkilerde geniş çaplı ve hızlı dönüşümlerle ilerlemiştir.
Benim düşünceme göre ütopik ve mümkün olmayan İslam’ın ılımlılaşması ve İslamcı rejimlerin aşamalı olarak seküler hükümetlere dönüşümüdür ve gerçek ve mümkün olan ve İran durumunda şimdi kaçınılmaz olan var olan hükümetlere ve İslam’ın bütün farklı okuma ve yorumlarına karşı kitlesel din karşıtı kalkışmayla sekülerizmin gerçekleştirilmesidir.
Porseş: Hangi toplumsal güç veya hareketler Ortadoğu’da sekülerizmin habercileridir?
Mansur Hikmet: Bu normal olarak 20. yüzyılda yeni ortaya çıkmış olan kapitalizmin ve burjuva hareketlerin, liberalizmin, ulusçuluğun, modernizmin ve Batılılaşmanın, tarihsel görevi olmalıydı. Bir dönem için her ne kadar yavaş, yeteri kadar çaba harcanmadan ve kısmi olsa da bu sürecin ilerlediği düşünüldü. Bununla birlikte 70’lerin ortalarında bu hareketlerin nefesi kesildi. Batılılaşma projesi başarısızlığa uğradı ve politik kriz derinleşti. Ortadoğu’daki bağımsızlık hareketleri çoğu durumda Batı yanlısı hükümetler kuramadılar. Kraliyet hanedanlarının yıkılışı temel olarak Doğu-Batı mücadelesi çerçevesinde Sovyet etkisi altına giren askeri hükümetlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Ortadoğu’da kapitalizm ve sanayi genel olarak baskıcı ulusçu hükümetler yoluyla yayıldı. Hiçbir zaman burjuva sivil toplum oluşmadı. Ortadoğu’da burjuva liberalizmi ve modernizmi hiçbir zaman önemli hareketler olamadılar. Batı yanlısı veya Sovyet yanlısı hakim ulusçuluk genellikle İslam’la politik koalisyon içinde kaldı.
Kapitalist gelişmenin entelektüel, politik ve yönetsel ürünü olarak sekülerizm Ortadoğu’da ortaya çıkmadı. Benim fikrime göre bölge burjuvazisi herhangi bir sekülerist gündeme sahip değil ve bu düşünce yönünde harekete geçme yeteneğinden de yoksundur. Bundan dolayı seküler bir sistemin kurulması Sosyalist ve işçilerin hareketlerinin görevidir ve benim düşünceme göre bölgede Sol’un zaferi, en azından İran’da hemen gerçekleşecek bir zafer bunu fiili ve gerçekçi bir olasılık haline getirecektir. İnsanlar seküler bir sistem istiyor ve Sağ’da sekülerist bir kampın yokluğunda dinci iktidara karşı kökten bir mücadele için hazır olan Komünist Sol’un bayrağının etrafında toplanacaklardır.
Porseş: Ne dereceye kadar bu ülkelerde sekülerizmi uygulamak mümkündür?
Mansur Hikmet: Çeşitli kesimleri arasında yüksek derecede iletişimin olduğu bugünün dünyasında böyle geniş bir bölgede İslami üstyapıyı korumak mümkün değildir. Ortadoğu’da sekülarizmin ortaya çıkışını durdurmak mümkün değildir. Benim düşünceme göre sekülerizm sadece gerçekleştirilebilir değil ayrıca İran, Afganistan ve Cezayir deneyimlerinden sonra bölge halkının da bir ihtiyacı ve talebidir. Sorun hala temel olarak Filistin sorunudur. Bu mücadele İsrail’in kendisinde gerici dinci kesimleri güçlendiriyor ve onlara halkın kültür ve inançlarındaki önemsiz fiili ağırlıklarıyla orantısız biçimde güç veriyor. Ayrıca karşıt kampta politik İslam’ın ve İslami kimliğin ömrünün uzamasına katkıda bulunuyor. Ne kadar kısa zamanda bağımsız Filistin devleti kurulur o kadar çabuk İslam ve İslamcılık bölgeden temizlenir.
İlk defa Üç Aylık Politika, Toplum, Kültür Dergisi Porseş’in Kış 2001, 3.sayısında yayınlanmıştır.Yuvarlak masa tartışmasının diğer katılımcıları Olivier Roy, Graham Fuller, Ervand Abrahaminyan ve Ian Lesser’dir.
Turkish translation: Özgür Yalçýn
m-hekmat.com #2070tu.html
|