YENİ DÜNYA DÜZENİNİN KANLI GÜN DOĞUMU
Birleşik Devletler’in Orta Doğu’daki Savaşı
Körfez’de neler yapıldığıyla ve medya tarafından bu konuda bize söylenenlere dayanarak karar verecek olursak hepimizin dünyanın ikiyüzlülük, seçici ahlak ve çifte standartlar üstüne kurulmuş olduğu gerçekliğine müteşşekir olmamız gerekir. Birleşmiş Milletler’in bütün bildirgelerinin eşit sertlikte ve azimle uygulanması durumunda ortaya çıkacak kaosu bir hayal edin. Filistin topraklarını işgal ettiği ve Filistin halkına yaptıkları için İsrail üzerine, sakinlerinin çoğunluğunun insanlık konumlarını reddettiği için Güney Afrika’ya, ve yıllardır insanlığa uyguladıkları kesintisiz tacizden ötürü ABD’ye, sadece başlangıç olarak, kaç bin ton bombanın atılmak zorunda kalınacağını bir hayal edin. ABD, SSCB, Çin, İngiltere, Fransa, İsrail ve karşılayabilecek parası olan tüm diğer devletlerde stoklanmış kitle imha silahlarını etkisiz hale getirmek için ihtiyaç duyulacak savaşçı ve bombacı “sortilerinin”, ve fırlatılacak kruz füzelerinin sayısını bir hayal edin. Eğer sadece petrolün değil ama tahıl, teknoloji, aşı, bilgi, vb.nin tekelciliğini önlemek durumunda kalırsak açılacak savaşların türünü bir hayal edin. Diktatörlüklerin önünü kesmek için gereken gemilerin sayısını, savaş suçlularını ırklarından, inaçlarından, milliyetlerinden ve sofra adaplarından bağımsız olarak yargılamak için gereken yargıç ve mahkeme salonlarının sayısını, eli silahlı global ve bölgesel süpergüçleri evcilleştirmenin çevresel bedellerini bir düşünün. Bütün bunların maliyetini sadece bir düşünün: Ne Japonya ne Suudi Arabistan bu kadar parayı çıkarabilir. Bu, gerçek bir kabus olurdu. Varsın olsun. Şu anki durum daha güvenlidir. Gelin Avro-Amerikan kendini aldatma ve etnik kendini beğenmişlik karnavalına katılalım. Gelin şişkin ücretli “objektif gazetecilerimizin” gençlik heyecanlarını paylaşalım ve tv panel “uzmanlarının” gerçek yaşam bilgisayar savaş oyunlarına katılalım.
Belki de öyle değildir. Bunların yerine kendimizi onların varsayım ve gerekçelendirmelerinden serbest bırakmalıyız. İçerikteki gerçek konulara bakmalıyız. Bu savaş demokrasi ve diktatörlük üzerine değil. Binlerce Iraklı insanı öldürmek ve sakatlamak, evlerini, okullarını, fabrikalarını yakıp yıkmak gerçekte onları politik baskıdan kurtarmanın hastalıklı bir yoludur. Savaş’ın Batı’nın petrol-yokluğunu gidermekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Eğer satmak gibi bir amaç yoksa fazladan petrole sahip olmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu savaş uluslararası yasaları desteklemek için değildir. Yasanın uygulayıcılarının kendi geçmiş kayıtlarının ışığında, Hiroşima ve Viyetnam’dan Grenada ve Nikaragua’ya, bu türden önerilerin ciddiye alınamayacağı ortaya çıkar.
Bunlar gerçek konular değildir. Bunlar tam anlamıyla savaş propagandasıdır. Bu çatışmanın gerçek nedenlerini anlamak için gereken ana ipuçları Bush’un görünüşte zararsız “Yeni Dünya Düzeni” imalarında ve Saddam Hüseyin’in reddedilen “ilişki” (Kuveyt’in geleceği ve Filistin sorusunun çözümü arasında) isteğinde bulunabilir.
Yeni Dünya Düzeni
Körfez’deki çatışma sadece Soğuk Savaş sonrası uluslararası ilişkilerdeki zıtlıkların ve belirsizliklerin bir dışa vurumudur. Sovyet bloğunun çökmesiyle, ordu, siyaset ve daha az olmakla beraber ekonomiye dayalı eski uluslararası güç yapısı, Doğu ve Batı’daki iki güç bloğunun zıtlaşması çözüldü. Batı’daki kitle iletişim araçları ve siyaset yorumcuları komünizmin sözde “yıkılışıyla” bayram ederlerken, şanlı pazarın rakipsiz etkisi altında barışçıl ve uyumlu bir gelecek sözleri verirlerken aklı başında herkes için Soğuk Savaş sonrası dünyanın ciddi ekonomik, siyasal, ideolojik gerilim ve karşılaşmalar üzerinde döneceği açıktı. Batı’nın siyasal yorumları hep Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki değişken duruma, sözde Kuzey-Güney ayrımına, çevreye, bölgesel çatışmalara vb. odaklanmıştır. Örneğin, “demokratik” ve “uygar” Batı’nın sınırları dışında kaynaklandığı varsayılan sorunlar. Bunlar gerçekte 90’ları karşılayan sorunların bir parçasıdır. Bununla beraber asıl sorun ve “Yeni Düzen” oluşturmaya yönelik her girişimin merkezi nedeni Batı’nın kendi içinden yatar. Doğu’nun yıkılışı karşı kutbu olarak Batı’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet bloğunu kuşatıp bozguna uğratmak üzere biçimlenen siyasal, ekonomik, ideolojik ve askeri varlığın, da çözülüşü anlamına gelir. Batı, gerek bir kavram gerek siyasal-ekonomik bir gerçek olarak Birleşik Devletler’in hegemonyası veya sözümona “önderlik rolü” temelinde kurulmuştu. Bu rolü korumak veya genişletmek Soğuk Savaş sonrasında dönüşüme uğramış dünyada “Yeni Dünya Düzeni” konusunda Amerikan perspektifinin özünü sunmaktadır.
Orta Doğu’da son günlerdeki krizin öncesinde böyle bir perspektifin kendini gerçekleştirmeye elverişli karşılaşmalardan yoksun olduğu sanılıyordu. Japonya ve Batı Almanya’nın zorlu ekonomik güçler olarak yükselişi, Avrupa’nın birliğine doğru alınan yol ve iki Almanya’nın birleşmesi, Doğu Avrupa ülkelerinin pazar yandaşı Sağ yönündeki siyasal değişimleri, son olarak Sovyetler Birliği’nin siyasal ve ekonomik olarak Batı’ya açılması eski Batı’nın her yönünü çökertti. Sadece Birleşik Devletler’in liderlik rolü değil Amerikan hegemonyasına katkıda bulunan ve bunu koruyan, NATO gibi, gerçek kurumlar bile gittikçe gereksiz görünmeye başladı. Amerikan yabancı politikası odağını tümüyle kaybetti. Amerikan politikasının en sağındaki Soğuk Savaş şahin askerlerinin bile bazıları soyutlanmacılık avukatlarına dönüştüler. Körfez krizi Amerikan hükümetini bu trendleri tersine çevirmek için bir fırsatmış gibi gösterdi. Dini Yayıncılar’a verilen yakınlardaki bir konuşmada George Bush ABD’nin savaşla ilgili niyetlerini çarpıcı bir şekilde açıkladı. Amaç ABD’nin “liderliğini” ve “güvenirliğini onarmak”mış. Bu başarıldığında, diyor Bush, Filistin gibi uluslararası sorunlar ABD’nin “lider rolünü almasıyla” çözüme ulaşabilir.
Birleşik Devletler Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle oluşan kendini yeniden süper güç ilan etme fırsatını değerlendirdi. Batı’da kendisi de 80’lerdeki politik duyarsızlıktan doğan dalkavuk gazeteciliğin başarıyla sürdürdüğü güçlü bir propaganda ve provakatörlük kampanyasının sayesinde yeni “Şeytan İmparatorluğu” bir gecede kuruldu. 17 milyonu aşmayan nüfusuyla bir üçüncü dünya ülkesi, borç içinde, tümüyle Batı’ya petrol dışsatımına bağımlı, komşusu İran’la sekiz yıl süren bir savaştan çıkmış ülke global bir tehdit olarak resmedildi. Başka koşullar altında olağan politik, diplomatik baskı ve jestler yoluyla çözülecek bölgesel sorunlar mantıkdışına itilerek “uygar dünyanın” bir ölüm kalım iddiasına dönüştü. Kıta Avrupa’sı ikilem içinde hizaya geldi. İddialı birleşik burjuva Avrupa’nın adamları Kohl ve Mitterand, Amerikan sınırsız gücünün sımgeleri Bush ve Baker’ın yanıbaşına itildi. Japon devi itaatkar bir tezgahtara indirgendi. Avrupa’ya Amerika’nın kapitalist Yeni Dünya Düzeni’ndeki kaçınılmaz “liderlik rolü” bir kez daha hatırlatıldı.
Irak savaş sahnesi iken bu savaşla sonuca bağlanacak ana konular aslında Batı’da yatmaktadır. ABD’nin Ortadoğu’daki “liderlik” ve güç gösterisi Soğuk Savaş sonrası Batı’da müttefik ve rakiplerine karşı komutanlık konumunu sağlamlaştırmak içindir ve ABD’nin global üstünlüğünün ön koşuludur. Ama ABD’nin eski dengenin köklü gözden geçirilmesine ve yeni burjuva ekonomik ve politik biçimlenmelere yönelik çabaları günümüz kapitalizminin politik ve ekonomik mantığının tersine işlemektedir. “İttifak”ın kırılgan doğası, Batılı müttefiklerin Doğu Bloğu’na karşı on yıllar boyunca gösterdikleri uyumun tersine, Amerika’nın çabalarının tarihsel sınırlarını vurgular.
Filistin ve Kuveyt: İlişkiler
Karşı siperde bir ülke veya siyasal bir rejim olarak Irak’ı değil yeni düzeni biçimlendirmenin başka bir tarafı, bölgesel bir güç olarak Arap nasyonalizmini görüyoruz. Bu, eski halkçı ve sömürgecilik karşıtı nasyonalizm değil OPEC sonrası Arap burjuvazisinin sözcüsüdür. Bu nasyonalizmin mücadeleciliği Arap yoksullarının çaresizliği veya Filistin halkının acılarının değil burjuva Arap devletlerinin dünya ekonomisinde, yerel ve uluslararası güç yapısındaki konumlarını iyileştirecek maddi olanaklarla karşılaşmalarının ürünüdür. Batı ile Doğu’nun karşılaşması ve eski denge böyle beklentileri boşa çıkarıyordu. Batı’nın Ortadoğu’daki nüfuzu Sovyetler’i kuşatma siyasetinin dayanakları olarak İran ve İsrail devletlerine dayanıyordu. Batı yanlısı Arap devletleri bile –Ürdün, Suudi Arabistan ve daha sonraları Mısır- İsrail ve Şah dönemi İran’ın yararlandığı, kapitalist gelişme ve teknolojik ilerlemenin koşulu sayılan Batı’yla yoğun siyasal ve ekonomik ilişkileri kuramıyorlardı. Bunun yanısıra Doğu Bloğu’nun, yıkılışından çok önce, etki alanındaki bölge ülkelerinin ekonomik büyümesi için sunabileceği her türden çerçeveden yoksun olduğu ortaya çıkmıştı. Ancak daha geniş çaplı uluslararası kaygılar Batı’yi İsrail’e bağladığı sürece Arap ülkelerinin İsrail’den 50 kat daha büyük bir nüfus ve geniş ekonomik, petrol, doğal gaz ve iş gücü kaynaklarına karşın uluslararası siyaset alanında ve dünya ekonomisinde aynı ölçüde etkin olmaları olanaklı değildi. Burada son savaşın Filistin sorunuyla yadsınamaz ilişkisi ortaya çıkıyor. Arap liderlerinin bir iğne ucu kadar Filistin halkının acılarını düşünüp düşünmediklerinden bağımsız olarak (genelde düşünmüyorlar) Filistin sorunu Amerika ile Batı’nın Arap dünyasına yaklaşım biçiminin belirleyici özelliğine dönüşmüş durumda. İsrail ve Filistin sorunu Arap dünyasının Batı’yla tam ekonomik ve siyasal entegrasyonunu engellemektedir. Arafat’ın dediği gibi Araplar Batı’yla olmak istiyorlar ancak “köle değil ortak olarak”. Mısır pan-Arabizm’den uzaklaşmak ve İsrail’le kendi başına anlaşmaya varmak yoluyla bu ereğe ulaşmaya çabaladı. Bu strateji yenilgiye uğradı. Militan nasyonalizm güç gösterisinde bulunarak aynı ereğe ulaşmak istiyor. Batı’yla daha iyi koşullarda birleşebilmek için onunla savaşıyor.
Irak’ın Kuveyt’i işgali başta Irak’ın kendi ülkesel ereklerine ulaşması için açık askeri bir eylemdi. Irak açısından en iyi senaryo sessiz sedasız ve bölgesel ivedi sonuçları olmayan bir ilhaktı. Ancak bu hareket Batı’nın sert tepkisiyle karşılaşınca Irak’ın sonuçsuz eylemi daha geniş, bölgesel ereğe hizmet eden bir eylem olarak Arap nasyonalizmi tarafından karşılandı.
Arap nasyonalizminin niçin eylem alanını daha geniş gördüğü, yıkıcı bir savaşın niçin hala siyasal bir ilerleme sayılabileceğini anlamak güç değil. Sovyet bloğunun yıkılışı İsrail’in Batı için stratejik önemini azalttı. Bölgenin ekonomik ve antropolojik gerçeklerinin kendilerini Batı’nın siyasetine dayatacağı gün uzak değil. Dünyanın eski siyasal coğrafyasının değişimi, Avrupa, Sovyetler, Yemen ve Kore’deki gelişmelerden de ortaya çıktığı gibi, zorunludur. İktidarın uluslararsı ölçekte burjuva devletleri arasındaki bölüşümü zorunlu olarak gözden geçirilmeli, teknolojinin gelişmesi ve sermayenin globalizasyonu sonucunda ileri kapitalizmin sınırlarının dışında ortaya çıkan yeni siyasal ve ekonomik merkezleri de kapsamalıdır. Batı ile Doğu bloklarının karşılaşması sonucunda üretilen ve sürdürülen eski kaba bölümlenme çökmüş durumda. Bölgesel düzeyde yükselmekte olan güçler kararlı eylemlerle yazgılarını belirleyebilecekleri konusunda daha umutlu olabilirler.
Militan Arap nasyonalizminin bazı erekleri fiilen gerçekleşmiş durumda. Savaşın sonucu ne olurs olsun bölgede İsrail aleyhine olacak büyük değişmeler halen sürmektedir. İsrail’e para ve füze verilmesi göstergesi sayılan Amerika ile İsrail’in ilişkilerinin iyileşmesi sürecinin devam etmesi gelecekte olanaksız görünüyor. Savaşın son bulmasıyla Batı veya Avrupa’nın İsrail’e baskısı artacaktır. Arap nasyonalizmi şimdi bile Arap dünyasının siyasal ve ekonomik ağırlığının tanınmasını Batı’ya dayatmış durumda. Şimdi bile Batı Filistin konusunda düne kadar benzeri bulunmayan ödünler konusunda taahütlerde bulunmuş durumda. Ayrıca bunun bazı yan etkileri de var. Ortadoğu’da nasyonalizm insiyayifi pan-İslamizmden geri aldı. İslam Arap dünyası siyasetindeki ikinci sınıf rolüne, özünde nasyonalist olan siyasal eylem için seferberlik aracı olmaya geriletildi. Son olay İran’da bile Hizbullah’ın pan-İslamist kanadının dosyasının kapatılmasına neden oldu. Irak için askeri bir direnişten sonra ayakta kalmak siyasal bir başarı, uzun vadede ise askeri bir başarı sayılmaktadır. Irak’ın Amerika tarafından işgali veye Amerikan güçlerinin uzun süre için bölgede kalmaları şimdiki savaşı kesinlikle Amerika için ikinci bir Viyetnam’a dönütürür. Bu durum Batı’da çatlamaya ve Amerika’nın Kıta Avrupa’dan soyutlanmasına yol açar. Bundan başka, Irak’ın Arap dünyasındaki konumu önder bir ülke olarak güçlenecektir.
Bu Savaş Durdurulmalı
Bu savaş, başta yol açtığı vahşetten dolayı durdurulmalıdır. Bu savaş şimdiye kadar binlerce suçsuz insanı kurban etmiştir. “Cerrahi kesinlikle” bombardıman düşüncesi bir söylencedir. Bir ülke bütünüyle bombalanmış durumda. Genç, yaşlı, kadın, çocuk halk bombalar ve füzelerle katlediliyor ya da su, elektrik, sağlık ve ilaç yokluğundan yaşamını yitiriyor. Bu savaşın Irak suçsuz halkının başına getirdiği felaketler Batı medyası tarafından sonsuza kadar saklanamaz. Gerçekler ortaya çıktığında –ki yavaş yavaş ortaya çıkıyor- insanlık utanca boğulacaktır.
Bu savaş dünyaya dayattığı siyasal, kültürel ve ahlaki gericilikten dolayı durdurulmalıdır. Göstergeler şimdidien ortada. Süpergüçlerin militarist müdahalesi, ulusal şovenizm, sömürgeci zihniyet, ırkçılık, yurtseverlik, dini bağnazlık, terörizm ve dalkavuk jurnalizm, bunlar bu savaş yoluyla iplerini koparan güçlerin bazıları. Bunlar oluşmakta olan sözümona “Yeni Dünya Düzeni”nin gerçek özellikleridir.
Mansur Hikmet
İlk kez Workers Today, sayı 10, Şubat 1991’de İngilizce yayımlandı.
Turkish translation: Siyavash Azari
m-hekmat.com #2270tu.html
|